Uzun süre sonra yazmaya tekrar karar verdim ya. Çok eskilerden bir arkadaşını gördüğünde, kaçırdığı ve ayrı ayrı yaşadığı tüm hikayeyi bir an önce anlatma telaşındaki insan ruh haline büründüm. Sonuçta bunları birlikte yaşadık, ne sen ne de ben kaçırdık. Ama anılar toz haline gelmeden benim gözlerimden ve kelimelerimle sana anlatmak istediğim çok şey birikmiş. Birisi de okul konusu.
Okul 4.5 yıllık anılarının önemli bir bölümünü oluşturuyor. 2011 yılında henüz 3 yaşındayken hayatına girdi okul kavramı. Daha çok küçüktün. Henüz oyun çocuğuydun. İhtiyacın olan tek şey anne-baba ilgisi sevgisi ve oyundu. Bu nedenle o yaşta seni okula göndermek ne kadar doğru olur diye çok düşündük. Ama şartlar bizi o yöne doğru itti. Her şeyden önce annen de ben de çalışıyorduk. Hafta içi seninle akşamlarla sınırlı bir iki saatten fazla görüşemiyorduk. Sadece hafta sonlarımız seninleydi. Sen bütün gününü anneannenle geçiriyordun. Bir kardeşin olmadığından ve sıkı fıkı komşuluk ilişkilerine sahip olmadığımız için evde yaşıt komşu çocuklarıyla oynayamadığından, geçirdiğin zamanı daha iyi değerlendirebilmenin bir yolunu bulmalıydık. Anneannen seni el üstünde tutup sana çok iyi bakıyordu, ama gelişimin için en önemli yaşlarda biz anne-baba olarak birlikte geçirdiğimiz sınırlı zamanda sana yeterince katkıda bulunamıyorduk. Bizim ve anneannenin enerjisi zaman zaman sana yetmiyordu. Senin yaş grubundaki çocuklarla da zaman geçirmen gerekiyordu.
Bir de 2000'lerden sonra hayat o kadar hızlı gelişmeye başladı ki takip etmekte zorlanıyorduk. Aileler artık çocuklarını yarış atı gibi yetiştiriyorlardı. Biz her şeyden önce seni mutlu bir çocuk olarak yetiştirmeye karar vermiştik vermesine ama imkanımız varken gelişimine katkıda bulunacak araçları ve ortamları sana sunmazsak, senin hayata biraz geride başlama ve rekabet halinde olacağın diğer çocuklardan geride kalmana sebep olma ihtimalinden de endişeleniyorduk. Kuralları biz değil içinde yaşadığımız toplum belirliyor ne yazık ki. Evet itiraf ediyorum; istemeyerek de olsa, alternatif yolu kendi başımıza yaratamadığımız için, seni rekabetin ana kural olduğu bu dünyaya hazırlama yolunu seçmek zorunda kaldık. Biz yanında olmadığımız da kendi ayaklarının üzerinde durman başının çaresine bakabilmen gerekiyor çünkü. Mevcut düzende başka türlü özgür olamıyorsun.. Umarım sen ileride kimse ile rekabet etmek zorunda kalmadığın, önemli olanın hayallerin ve mutluluğunun olduğu, istemediğin hiç bir şeyi yapmaya kimsenin seni zorlamadığı bir hayat kurabilirsin. Bizim şu ana kadar ne kendimiz ne senin için bulamadığımız bir hayat. Paraya dayalı düzen hayallerimiz ve özgürlüğümüz için bizden bedeller istiyor. Bedelini ödediğimiz kadar özgür kalabiliyoruz ne yazık ki.
Daha zor hayatlar olduğu gibi daha kolay hayatlar da var. Çalışmak zorunda olmadığımız bir dünyaya doğabilirdim. Çok varlıklı bir ailenin çocuğu olarak. Bir çok şeyi zorlanmadan kolaylıkla elde edebilirdim. Şimdi iş yerinde Türkçe konuşmaktan aciz ama bir şekilde zengin olmuş birine ürün satmak için onu ikna etmeye çalışmaya bilirdim. Annen sen daha yaşını doldurmamışken, kokun burnunun direğini sızlattığı halde, o ay hangi fabrikada ne kadar üretim yapılacağını planlamakla uğraşmak zorunda kalmayabilirdi. Seninle zaman geçirmek için akşam saat 7'yi beklemek zorunda kalmayabilirdim. Hayvan sevgisini, doğa ile iç içe yaşayabilmeni sağlayabilecek bahçeli, ağaçlar içindeki bir evi almak için 20 yıl çalışmak zorunda kalmaya bilirdim. Bu arada yıl 2013 ve henüz alamadım. Ve hepsinden önemlisi bir kez yaşadığım bebekliğinin her gününü seninle birlikte geçirebilirdim.
Ama ne yazık ki hayat böyle değil kuzum. En azından bizim hayatımız böyle değil. Bu kadar şikayet edince babam da halinden ne çok şikayet edermiş deme. Onlar hayallerdi. Gerçek ise yaşadığımız hayat. Ve ben az önce saydıklarım bir yana sahip olduklarımdan ötürü çok mutluyum. Elindekilere şükretmek ve isteklerin için çaba göstermek gerek. Dünya insana, sana verilenler ve senin alabildiklerinle, elinden gelen en iyi hayatı yaşaman gerektiğini öğretiyor zamanla. Ben de bu dengeyi kaçırmadan hem bugünümüz, hem geleceğimiz, hem de senin geleceğin için her şeyi dengede ve tadında yaşama çalışıyorum. Umarım sen bizden daha iyi olanaklara sahip olursun.
Senin için dert ettiğim şey ise sana sunabileceğim olanaklar değil. Asıl derdim senin imkanlarını iyi değerlendiren, kendi ayakları üzerinde durabilen, güçlü, özgür, kendisi ile ve çevresi ile barışık, mutlu, iç huzuru olan bir adam olarak yetişmek için ihtiyacın olan karakter özelliklerini sana kazandırmak. Bu yüzden bir yanım rekabetin canı cehenneme bırak Doruk mutlu olduğu şeyi yapsın derken, öbür yanım ileride bu çocuğu zor bir dünya bekliyor, hayat toz pembe değil. Onu zorlu bir hayata hazırlamalısın. Mevcut şartlarla yapman gerekeni yap diyor. Neyse babadan oğula nasihat kısmını geçip ilk okul maceranla ilgili daha somut şeyler anlatayım sana.
Özetle birlikte bu kadar az zaman geçirebiliyorken, anne-baba olma konusunda, çocuk gelişimi konusunda bu kadar yetersizken ve zaman göz açıp kapayana kadar akıp geçerken bir yerlerden destek almak gerekiyordu. En azından yaşıtların ile sosyalleşebilceğin, gelişimine katkıda bulunacak bir dolu etkinlik yaparak eğlenebileceğin bir oyun grubu baktık önce. Hem lokasyon olarak uygun olmamaları hem de kreşin oyun grubuna göre daha geniş bir yelpaze sunması bizi kreşe yönlendirdi. Biraz araştırdık yakınımızdaki kreşleri. Arkadaşlarımızın referansları gidip kendimiz inceleyerek yaptığımız değerlendirmeler sonucunda seni Çekmeköy'deki Öyküm Anaokuluna kaydettirmeye karar verdik. Aşağıdaki resimde A ile gösterilen yer. İleride o okul orada kalır mı, kalsa da sen merak eder gidip bakar mısın bilmem. Okuduğum ilkokul hala yerindeyse gidip görmek eğlenceli olabilirdi. O yüzden sana krokisini bırakıyorum :)
Aslında hepsi birbirine benziyordu Doruk. Anne babalar çocuklarının geleceği ile ilgili çok endişeli haliyle. Ellerinden gelen en iyi imkanları sunmak istiyorlar. Biz de öyleydik tabi :) Ayrıca devlet okullarının durumu içler acısı. Eğitim teşkilatı son 10 yıldır ülkeyi yöneten muhafazakar kadro ile dolmuş. Her sınıfta min. 40 kişi. Oturduğumuz Çekmeköy bölgesinde siteler ve siteler dışında yaşayan halk arasında ciddi sosyal, ekonomik ve kültürel uçurum var. Hal böyle iken ekonomik gücü yerinde olan ailelerin özelı ilgi ve hizmet talebine mantar gibi türeyen özel okullar cevap veriyor. Haliyle uygun bir bedel karşılığında tabi :) O özel okullarda bir pazarlanan, hayal ettirilen şeyler ansiklopedi gibi ama sonunda çıkan Cin Ali kitabı. Aralarında muhakkak öncelikli işini eğitim olarak korumaya çalışan okullar vardır ama çoğu, "doğal olarak" belkide kar amaçlı ticarethanelere dönmüş durumda. İyi otelcilik hizmeti sunuyorlar ama hakkını yememek lazım. Bir de sosyal olanaklar tabi. Bu okul sürecinde anladım ki hepsi bizim kendimizi rahatlatmak için sakınamadığımız tali destekler. İş anneyle babada bitiyor. Eğitiminle ilgili ileride birine kızacaksan o bizleriz yani adresi şaşırma.
Geçen hafta bir makale okumuştum. İsmini yazanı hatırlamıyorum. Okulların çocuğun akademik başarısına yaptığı hiçbir katkı olmadığına dair yıllardır öne sürülen bir tezi çürütmek için bir dünya araştırma ve analiz yapıyorlar. Sonuç okulun akademik başarıya katkısı en fazla %20. Asıl etken mi ne ? Aile. Yani okul bittiğinde içine dalacağın rekabet ortamındaki başarı hedefinin yolu anne-babandan geçiyor. Okul faydasız algısına kapılıp bana ileride arıza çıkarma okulun da bir çok faydası var :)
Neyse konuyu dağıtmayayım. En nihayetinde okula başladın. İlk günlerde nasıl karşılayacağın konusunda çok endişeliydik. Neyse ki korktuğumuz olmadı. Bir kaç günlük adaptasyon süreci sonunda okula alıştın. Bazı annelerin okula alışma sürecinde aylarca çocuğuyla okula gittiğine dair hikayeler çok germişti bizi. Bir yandan okulda arkadaşlar ediniyordun. Onlarla geçinmeyi, sosyalleşmeyi öğreniyor, oyunlar oynuyordun. Ama kuralların daha keskin olduğu bir ortamda daha 3 yıllık dünya tecrübesi olan bir küçük insan olarak seni belkide çok zorladığımızı düşünmeden de edemiyordum. Eziyet ediyoruz çocuğa diyordum bazen. Daha üç yaşındaydın. Sabahları gerine gerine 10 da kalksan bugün erkencisin beyefendi derdik. Birden uyanma saatleri 8'e, anneannesin el bebek gül bebek Doruğu sınıfın bir bireyine dönüşmüştü. Haliyle bir süre sonra kazan kaldırdın. Sabahları sana kıyamadığımız için, bir süre sonra okula gidiş saatleri senin metabolizmik saatine uyarlanmaya başladı. Ben işe gidiyordum. Anneannen senin uyanmanı bekliyor, afyonun patlayana kadar evde oyunlar kahvaltılar, ardından keyfin yerine gelince seni okula götürmeye çalışıyordu. Sana sağlanan bu esneklik benim vicdanımın sesininin de onayını alınca ilk okul yılın böyle sürdü. Ona okul yılı demek de doğru olmaz toplasan 3-4 ay sürdü.
Mesela ev dışında ilk doğum günü kutlamanı Öyküm anaokulunda yaptık. Her doğum günü çocuğu gibi cicili bicili şeyler giydin. Bu büyümüş de küçülmüş hallerine çok gülüyorum. Blazer ceket ve şapka ile çok havalıydın. O dönem Pepee diye bir çizgi filme bayılıyordun. Varsa yoksa Pepee. Hatta onun küsme hareketini olduğu gibi kopyalamış neye canın sıkılsa önce bir HIHH efekti ardından göğüste kenetlenmiş eller ve aksi istikamate dönen kafanla bize mesaj veriyordun. Hal böyleyken doğum günü pastan da Pepee konseptli oldu. Pastalarını da Nesrin Hanım'a yaptırmaya başlamıştık. Doğum gününden önce konsepti ve istediğimiz şekli ona söylüyorduk o da böyle harika şeyler yapıyordu. Senin küçük figürlerini mutlaka pastanın bir yerlerine ekliyordu. Aşağıdaki pastada da Şila ve Pepee'nin ortasındaki sensin. Süper çikolata parçacıklı pastaları vardı. Canım çekti yine.
Pepee, Şila ve Sen. 3 yaşını yeni doldurmuş bir fındık kurdu ve okul. Hayat sandığın kadar da toz pembe değilmiş ha. :)
Alttaki resimde senin solundaki Handan Hanım. İlk öğretmenindi babacım. Bu da kayıtlara geçsin. O gün kutladığımız doğum gününden bir sürü resim ve video var. Okul arkadaşların ve öğretmenin dışında anneannen annen ve ben vardık. Arşivin tamamını saklıyorum sana. Uygun bir ücret karşılığı tüm resimleri görebilirsin :) Şimdilik seçtiğim bir kaç tane resim ve babanın inanılmaz bir prodüksiyon çalışması olan doğum günü klibini ekliyorum.
Bazı çocuklar okulu çok seviyormuş. anne babasına sen gelme diyenler mi dersin, okuldan çıkarken ağlayanlar mı dersin. Sen şu ana kadar okula bayıla bayıla gittiğini gösteren en ufak bir işaret vermedin çok şükür. O yüzden hayat sana daha da zor. Yalvarır bakışlarla beni okula gönderme baba dediğin bir çok sabah oldu. Ama daş bastım böğrüme götürdüm seni okula.
Ara sıra sizi Uçurtma Atölyesi, Oyuncak Müzesi, Tiyatro gibi gezilere götürüyorlardı. Cumhuriyet Bayramında yine en şık elbiselerinle ilk resmi törenine katılmıştın. Cumhuriyet Bayramına uzun bir süre Atatürk Bayramı demiştin. Ben de düzeltmemiştim.
Arada yemek, pasta falan yapıyordunuz. Bu arada küçük hanımefendinin adını hatırlayamadım ama Cumhuriyet Bayramı töreniniz boyunca elini bırakmamışsın :)
Dün akşam bu yazıyı biraz görsel malzeme ile süsleyeyim diyerek resimlerimiz olduğu hard diske bakayım dedim. Toplam 30000 civarında dosya 600 GB civarında veriyi elden geçirmem gerekiyor. Ortalama 2 hafta falan sürer uyumadan. Son zamanlarda herşeyi resimleme huyumuzda ciddi bir azalma olmasına rağmen her sene ortalama 5.000 Ömer Doruk resmi çekmişiz. :) Sen ileride çocukluğuna dair bolca dokümana sahip olacaksın. Benim yok mesela. Bence güzel bir şey. Bu arada o totonu, pipini gösteren çıplak resimlerini de ben çektim. İleride kız arkadaşlarına göstermekle tehtit edicem seni. Annen kızıyordu öyle resimlerini çekme diye ama ne zaman lazım olur belli olmaz değil mi ? Akıllı ol yani :) Robin neden bu kadar kyriptonyte biriktiriyoruz diye sorduğunda Batman'in verdiği o cevabı unutma. "Superman bir gün kötü olmayı seçerse diye" :)
Orada geçirdiğin zamanın sana yararı olmadığını söylersem taş olurum. Mutlaka faydası oldu. Ama sen evi her zaman okula tercih ettin.
Bu okul macerası bize bir şeyi daha öğretti. Hastalanmak için en müsait ortam okul. Toplasan 3 ay süren ilk akademik döneminin 1.5 ayını hasta geçirdin. Okula başlar başlamaz hasta oldun zaten 1 hafta 10 gün antibiyotik kullanıyorduk. Okula o sürede gitmiyordun. İyileşip okula başladığında bir süre sonra tekrar hastalanıyordun. Bir de havuz günü vardı haftada bir. Muhtemelen oda bu hastalıkların faillerindendi. Okul mikrobu diye bir şey varmış işte. Biz de her musibetten bir hayır çıkarma sevdalısı olduğumuz için iyi işte bağışıklık sistemi mikroplarla tanışıyor, oğlumuz güçleniyor diyerek kendimizi avutuyorduk. Ama antibiyotik kullanmaktan çok rahatsız oluyordum. Mecbur kalıyorduk kullanmaya. Hele bir orta-kulak iltihabı sorunumuz var ki hala başımıza bela, onu başka bir yazının konusu yapayım. Söylenecek çok şey var zira.
Öyküm anaokulu bize 3 km mesafede kendi bahçesi olan 4 katlı bir butik ana okuluydu. Bizim siteden de bir iki aile çocuğunu oraya gönderiyordu. Biz gidip okulu gördüğümüzde fiziksel şartları, çocuklar için güvenlik tedbirleri ve ilgililerden aldığımız olumlu elektrikle orayı seçmiştik. Öğretmenleri genç ama tecrübesizdi. Biz de zaten harikalar yaratmalarını beklemiyorduk. Beklentimiz senin, yaşıtlarınla zaman geçirmen, bizim sunamadığımız aktiviteleri güvenli ortamda sana sunabilecek bir oyun grubuydu. Okul da bunu sunabilecek gibi görünüyordu. Her fırsatta bir şeyler için para istemeleri dışında şikayetimizde yoktu okuldan başlarda. Seninle akşamları okulda olan biteni öğrenmek için konuşmak istediğimizde hep kaçamak cevaplar veriyordun. Nasıldı okul babacım ? Neler yaptınız bugün oğlum ? Hangi oyunları oynadınız Doruk ? Bugün müzik varmış, şarkı öğrendiniz mi babacım ? - İşte bu soruların hepsinin ortak bir cevabı vardı. Bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Çocukların, özellikle erkek çocuklarının büyük çoğunluğunun yaptığı gibi okuldan bahsetmek istemiyordun.
Senden her hangi bir geri bildirim alamayınca hayatımızdaki bu büyük değişikliğin senin üzerinde ne gibi etkiler yarattığını, okula ve sosyal ortama uyum sağlayıp sağlayamadığını, gelişiminle ilgili ne durumda olduğunu, hangi konularda gelişimini desteklememiz gerektiğini seninle konuşarak, senden aldığımız geri bildirimlerle tespit etmemiz mümkün görünmüyordu. Geriye bu konuları cevaplayacak tek yer vardı okuldaki muhataplarımız. Ama onların verdiği cevaplarda, bir pazarlama seminerinde tüm satışçılara öğretilen müşteri tavlama cümlelerine benziyordu. Neticede biz müşteriydik. Asıl iştigalleri ile ilgili yani seninle ilgili kötü veya objektif bir yorum yapmalarını beklememek gerektiğini zaman içerisinde öğrendim zaten. Seninle ilgili kötü yorumlar beklentisi içinde olduğumu söylemiyorum tabi. Sen neticede dünyanın en harika çocuğusun. Ben benim için özel olan seni onlarda tanısın, sana ait, sana özel bir yorum alayım istiyordum onlardan. Seninle ilgilendiklerini, seni tanımaya çaba gösterdiklerini ve bunu yapabildiklerini, bize çocuk büyütürken ışık tutmalarını yol göstermelerini bekliyordum. Seni keşfetmelerini bekliyordum. O okuldaki her çocuk kendi başına bir dünya iken değerlendirmeler hep klişe ve savsaktı. O gün öğrendim güvenmemeyi. Bu okullar genelde müfredat sahibi gündüz bakım evi gibi çalışıyorlar.
Zaten bir süredir ayak direyerek yarım yamalak gittiğin okula bir pazartesi sabahı hiç gitmeme konusunda o kadar ısrarcı oldun ki "Bir şeyler ters gidiyor Cem" dedim. Ama kulaktan dolma disiplin yöntemleri ve tecrübesiz bir baba olmanın tetiklediği hatalı bir kararla seni o sabah zorla okula bıraktım. Bir süre sonra direnmeyi bıraktın ama ben arabaya binmek üzere okul kapısından uzaklaşırken hala ağlama sesini duyuyordum. Her okulda, "ağlasa da dönüp bakmayın yoksa baş edemezsiniz" diye verdikleri nasihatlerin etkisinde kalmıştım biraz da. Okulda seni üzen orayı senin için çekilmez kılan bir şeyler yaşayabilmiş olmana hiç ihtimal vermedim. Sadece sıradan bir isteksizliği kapatmak için ağlama kozunu kullanıyorsun sandım. 3 yaşında bir bebek çok kırılgan olabiliyor. Seni etkileyen şeyin ne olduğunu hala bilmiyorum. Ancak Öykümde canını sıkan seni yaralayan bir şey olduğuna eminim. Çünkü o hafta boyunca her sabah seni okula götürmek sana eziyet gibiydi. Ve buna daha fazla dayanamadım. Okuldaki yetkililerle konuştuğumda hiç bir sorun olmadığını, sabah bir süre ağladığını ama sonra her derslere severek katıldığını, arkadaşlarınla çok eğlendiğini söylüyorlardı. Ama sen tam tersini söylüyordun her sabah. O cuma okul yönetimine seni artık oraya gönderemeyeceğimi söyledim. Zaten seni okula gönderme işini bir yıl ertelemek için uzun süredir bir bahane arıyorduk ailece. Yanlış hatırlamıyorsam da aylardan Nisandı. Yaz uzaktan göz kırpmaya başlayacaktı bir aya kalmaz. Hava güzelken site içinde tam sokak çocuğu gibiydin zaten. Çimler, arkadaşlar, toprak, çamur, top, bisiklet, akülü traktörün. Senin cennet bahçendi sitenin bahçesi. Anneannenin de uzun süredir senin okula giderken isteksizliğinden içi parçalanmış olacak ki okuldan alma fikrimizi hava fişek eşliğinde kutladı.
İlk okul maceran böyle tamamlanmış oldu babacım.
Yazmaya devam edicem.. Bu okul işine bir iki yazı ara verelim. Sonra Episode 2 de Dünya Anaokulunu anlatayım. Şimdi uyumam lazım.
Yorumlar