Ana içeriğe atla

Yaşasın mı yemek yemek ?


Şu resimdeki haline bakar mısın tosbağa. Hep böyle mutlu bir çocuk ol işte. Kahkahalardan çenen ağrısın. Her şey istediğin gibi olsun. Bugünlerde biraz da senin iyiliğin için, her şey senin istediğin gibi olmuyor tabi. Tamam seni de ailenin eşit bir bireyi olarak kabul ettik ama ailenin yönetim kurulunda herkes gibi 1 oy hakkın var. Sen oyunu kullanıyorsun, tercihini belirtiyorsun ama neticede kararı oy çoğunluğuna göre aldığımız için, annenle kurduğumuz şeytani işbirliğimiz yüzünden oy çokluğu ile genelde bizim dediğimiz oluyor. Zaman zaman anneannen kıyamadığı için senin lehine oy kullansa da eşitlik halinde de babanın dediği olur buralarda :)
Bu girizgahı yemek konusu için yaptım aslında. Bebekliğinin ilk günlerinden bu yana hiç bir zaman yemek konusunda ailesini üzen, bize bu konuda ciddi sorunlar çıkaran bir çocuk olmadın. Teşekkürler bu yüzden sana. Kilon ve boyunda her zaman yaşının normallerinde seyretti. Bebekken doğal bir katkat hallerin vardı ama boy attıkça aslan gibi delikanlı olmaya başladın. Merak edersin diye yemekle ilgili detayları not düşeyim bloğumuza dedim.

Tamam ciddi sorunlar yaşamadık yemek konusunda. Hakkını teslim ettim. Ve fakat yaş 4.5 oldu. 5'e 4 ay kaldı sen hala eski türk filmlerinde koyun buduna eli ile dalan Erol Taş gibi yemek yiyorsun. Tamam senden Yorkshire düşesi gibi çatal bıçak kullanmanı bekleyen yok ama 5 yaşına gelen bir çocuğun da hala orta Asya'daki atalarımız gibi yemek yemesi biraz garip değil mi ? Hani rol modeli annesi babası, bizden öyle görüyor desem o da değil. Moralini bozmak gibi olmasın ama babacım 5 yaşına kadar mükemmel bir öz geçmişi olan Ömer Doruk'ta mutlaka eleştirilecek bir şey bulmak gerekiyorsa, bu kişisel hijyen ve sofra adabı olurdu. Bir yerlerde bir şeyi kaçırdık bir daha toparlayamadık sanki :)

Bir kere en büyük fail anneannen ile annen. Ben daha evde yemek olduğu halde açlıktan ölen bir deri bir kemik kalan çocuk görmedim. O yüzden eğer  izin verilseydi ben beslenme konusunda daha katı bir anlayışı benimseyecektim. Ama anne ve anneanne kıyamıyordu tabi. Dur oraya gelicem.

Mesele; temelde yemek yerken harcanan zamanın sana sıkıcı geliyor olması sandık. Çünkü toton 15 dakika aynı yere oturmuyordu. Hala da öylesin. Ama yemek de yemen lazım. Ee bütün akşam sana yemek yedirmekle de uğraşamayız iş var güç var. Bir de akşamla bitmiyor ki sabahı var öğlesi var. O yüzden yanlışımızı yanlışla kapatmaya çalışarak, önceleri sana yemek verirken çizgi film açmayı denedik. Çizgi film izlerken zombiye dönüyordun çünkü. Ağız otomatik olarak açılıp kapanıyor hatta zaman zaman sana "yut yemeği", "hadi çiğne oğlum" gibi komutlar veriyorduk :) Ne yediğini anlıyordun ne de doyduğunu. Şimdi düşünüyorum da az dangalak değilmişiz. Aslında doğrusunu zamanla öğreniyor insan ama kazanılan alışkanlıklar kolay değişmiyor. 




Yukarıdaki video neredeyse 4 yaşına kadar olan olağan beslenme saatimizden bir kesit. Atmıyorum kanıtlarla konuşuyorum. Şimdi yani son bir kaç aydır bu alışkanlığını törpülemek için farklı bir tavır sergiliyoruz. Ara öğün vermiyoruz. Sofrada yersen yiyorsun yemezsen bir sonraki yemeğe kadar bekliyorsun. Ye ye ye diye ısrar etmiyoruz. Açsan ye oğlum diyoruz. Tatlı çikolata gibi şeyleri yemeğini bitirmezsen kesinlikle yiyemeyeceğini biliyorsun mesela. Yemekte çok oyalanırsan o akşamki oyun sürenden kaybettiğini anlatmaya çalışıyoruz. Akşamları uyku saatine kadar sınırlı bir süremiz var çünkü. Bunları yapabileceğini biliyorum. Okulda böyle yapıyorsun. Herkesle birlikte masaya oturup kendi yemeğini kendin yiyorsun. Tabağındaki her şeyi tatman gerektiğini ve en fazla bir çeşit yemeği yemeden kalkabileceğini belirleyen kurallar var. Ve o kurallar bizim evdeki anayasa gibi zırt pırt delinmediği için o kurallara uygun davranmayı da artık sorun etmiyorsun. Aşağıdaki resimde uzak köşede efendi efendi yemeğini yiyen Turunculu yakışıklı sensin.Her zaman geciktiğimiz kahvaltıdan bu resmin.


 Ama okuldaki o aslan parçası eve gelince ormanın çakalına dönüşüyor. Masada yemekleri mıncıklayan, onu yemem bunu yapsanıza kaprisleri yapan, sandalye masa tepesinde ilgisi bir türlü yemeğe odaklanamayan bir baş belasına dönüşüyorsun :) Biz de kurallar ve sana sağladığımız esneklikler ile birlikte bu işi de yavaş ama gelişme kaydeden bir biçimde toparlamaya başladık. Artık çok acıktım yemek neredeler başladı mesela. Zaman zaman sofradan bir şeyleri toplayıp mutfağa götürüyorsun. Hala Erol Taş kıvamında da olsa kendi yemeğini kendin yiyorsun. Kazak kolları peçete, sandalyeler trambolin olmasına rağmen şimdilik gelişmelerden memnunum. Biraz daha zaman lazım bize. 

Ne yiyorsun ne yemiyorsuna gelince. Biberonla gece yatmadan önce içtiğin ılık ayran dönemi tarihin tozlu raflarında bir anı artık. Yoğurdu ağzına sürdüğün yok. Peynir filan cinayet sebebi. Peynir kokusu seni rahatsız ediyor diye masadan peynirleri toplattığın çok kahvaltı hatırlarım. Zeytinin tadını bildiğinden şüpheliyim. Bir dönem okulda tattığını söylesen de görmeden inanmam. Yemediğin o kadar çok şey var ki say say bitmez. Yediklerine geçeyim ben en iyisi. Köfte, köfte, köfte. Bunu yaratana, besleyene, büyütene, kesene, satana, pişirene şükürler olsun. Olmasaydı ne yapardık bilmiyorum. En kolay kabul ettiğin besin kendileri. IKEA senin sayende IKEA oldu. İsveç köfteleri favorilerinden. Ne kadarı et ne kadarı soya belli değil. Ama tadına bayılıyorsun. Bizim için tembel anne baba yemeği köfte. Ama her köfte değil. Öyle hemen rahatlamamak lazım. İçinde gözle görülür maydanoz ve soğan parçacıkları olmayacak. Bu kadar hayvansal protein ağırlıklı beslenmek ne kadar doğru bilmiyorum. Bu haraketli halinde payı olabilir. Bir diğer cankurtaran ise tost. Tost makinamız sana tost yetiştirmekten harap olduğu için 4 yıllık görev süresinde iki üç kez emekliliğini istedi de annen prim günün doldu ama yaşı beklemen lazım diyerek tamir ettirdi. Bugünlerde yine aman oğlum okulda kahvaltıyı iyi yapamaz aç kalmasın güdüsü ile okula giden 10 dakikalık yolda eline bir adet kaşarlı tostu tutuşturuyoruz. Ama senin gibi kılçık bir velete öyle makinadan çıktığı gibi vermek olmaz :) Öncelikle waffle kalıbında yapılmış olacak, çok sıcak olmayacak ve sert kenarları kesilmiş olacak. Eve en çok aldığımız şey yumurta, süt, tost ekmeği, kaşar peyniri ve bira :) Şu tostun kenar meselesi yüzünden annenle benim bir çok kahvaltım bala pekmeze bandırılmış tost kenarı ile geçiştirilmiştir. Malum ziyan olmasın. 

Babam bize çocukluğumuzda her sabah mercimek çorbası içirirdi. Süzme değil kırmızı olanından. Çok da severdim. Hatta ilk gençliğimde yapmayı öğrendiğim ilk yemektir. Anısı çok. Olgun amcanla balkonda yoldan geçen arabaları seyrederken zeytin yeme yarışı yapardık. Çekirdekleri sayardık sonra. En sevdiğim kahvaltılık tuzsuz çökelek ile karıştırılmış vişne reçeliydi. Gördüğün gibi bu yemek işinde hiç de babana çekmemişsin. 

Çocukluğunda seni nasıl beslediğimizi şu ana kadar anlattıklarımla hatırlarsan aklından "Verilmiş sadakam varmış, bunların elinde şans eseri büyümüşüm" diye düşünmeni yadırgamam tabi :) Ama bu kadar değil tabi. Besin takviyelerine ve doğru beslenebilmen için gerekenlere elimizden geldiğince dikkat ediyoruz. Her şeyi denemen için seni teşvik ediyoruz ama burnunu sıkıp ağzına yemek tıkmıyoruz. Zorla güzellik olmaz ne de olsa. Kankin Tuna'nın babası Fatih annesi küçükken zorla dalak yedirmiş diye hala et ürünleri balık falan yiyemiyor. Aynı şeyi yaşarız belki diye tırsıyoruz haliyle. 
Her dönemin modası olan bir süre sonra kimsenin hatırlamadığı altın çilek vs. gibi uydurmacalardan ziyade nesillerdir faydalı olduğuna inanılan ve faydası ucundan kıyısından bilimsel makaleler ile ispatlanmış organik takviyerle büyüyorsun mesela. Her sabah önceleri arı sütü, propolis karışımi içerdin. Sonra o fabrikasyon ürün doğalını verelim dedik. Şimdi sabahları bir kaşık keçiboynuzu pekmezi ve 5 damla propolisten oluşan "mucize" karışımı kullanıyorsun. Akşamları yatmadan önce bir kaşık portakallı balık yağı içiyorsun. Hala anlamakta güçlük çekiyorum bir insan nasıl olur da yoğurdun tadını dayanılmaz bulduğu halde sıvı balık yağını lıkır lıkır içebilir. Nevi şahsına münhasır bir veletsin. 

Meyvelerle aran fena değil. Kivi ve türevleri gibi ekşimtırak meyvelere karşı mesafeli bir dostluk sergilesen de seçmeden meyve yiyorsun. Sebze kardeşlere ise yeni yeni alışmaya başladın. O da domates salatalıkla sınırlı. Ancak havanda olduğun günlerde yiyorsun. A6 blok giriş katında oturan kır saçlı amcanın balkonunda yetiştirdiği cherry domateslere sarktığın 2012 yazında başlamıştı domatesle aşkınız. Adama ayıp oluyor sürekli domateslerini tırtıklamak diye seninle pazardan aldığımız fideleri diktik balkonumuza bu yaz. Bir de hazır tohum almıştık. Yirmiye yakın fide de o verince balkon seraya döndü. Bol bol home made domates yedin. 

Sen ileride çocuklarını laboratuvar ortamında yetiştirilen etlerle besliyor olabilirsin bu arada. Geçen aylarda bilim adamları dünyanın gıda kıtlığına çözüm için laboratuvarda et üretmeyi başardılar. Bunu niye not düşüyorum. Şöyle ki bütün gıdalarda hile hurda var şu an. Din iman para oldu ya. Daha fazla üretip daha çok kazanmak için tavuğa antibiyotik veren, tavuk daha fazla yumurtlasın diye hayvana günde 2 gün yaşatan, hasat fire vermesin diye gübreye ilacı dayayan, gıda boyası tatlandırıcı koruyucu işinin bokunu çıkaran bin türlü karaktersiz var piyasada. Biz de onların sattıklarıyla besleniyoruz işte. Sonumuz hayır olsun.  Seni bunların tehditlerinden uzak tutalım diye elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bulabildiğimiz kadar, sunabildiğimiz kadar katkısız, organik ve doğal şeyler temin etmeye çalışıyoruz. Organik takıntım yüzünden sebze sıkacağı alıp bir dönem buğday çimi yetiştirdim. Sebze suyu sıkıp içtim ama ben bile beğenmedim tadını ne yalan söyleyeyim. Şimdilerde de portakal, greyfurt ve nar karışımı içirmeye çalışıyorum sana. Biraz zorlanıyoruz tabi. Bu akşam nasıl olduysa bir bardak portakal suyunu nazlanmadan bitirdin.

Kola, ketçap, hamburger türevi alameti kendinden menkul saçmalıklara hiç heves etmiyorsun diye mutlu mesut sırıtırken onlara da ilgi duymaya başladın. Mümkün  mertebe ortamlara sokmuyor evlerden ırak diyoruz ama zaman zaman buluştuğunuz da oluyor. Ketçabı mesela ilk Tuna hamburgerinin yanında gelen patatesleri bandıra bandıra yerken görmüştün. Uzunca bir süre de ketçaba reçel dedin :) Önceleri her bilinmez gibi mesafeli durdun ama o mendebur tadı bir kez alınca insanın canı çekiyor. Bende nohutlu tavuklu pilavı ketçaba bulayıp yemeye bayılıyorum ne yalan söyleyeyim. 

Anneannenin Tekirdağ'da her yaz yaptığı meyve sularının en iyi müşterisi sensin. En çok tükettiğin içecek o. Ama süzülmüş olacak. Yine partikül olmayacak. Sadece meyve suyu değil bahçede yetişen her meyve yaz boyu bize de geliyor. Mesela bu yaz büyükbabanın bahçesinden yediğin hurmayı ortalama bir arap bir senede tüketmiyordur. Yine anneannen sayesinde evde düzenli olarak maden suyu bulunmaya başladı. Onu da çok seviyorsun. Bitki çaylarını seviyorsun. Ama ağzın sulanarak içtiğin şey gariptir ki Türk Kahvesi. Telvelerini bile yiyorsun :)


Aklıma gelen şeyler mantı, makarna (çubuk tabiki hüüüp yaparak yiyeceksin çünkü), pilav (prinç pilavı ama bulgur olmaz), sucuk, bal, şokella, bazı çorbalar, her türlü hamur işi, kuru fasülye, çok şükür ki balık. Bana kalsa her gün balık yerim. Sinan dayınlar bize geldiğinde rutin haline gelen Çarşamba balık günümüzde sen de sana ayrılan ayıklanmış ve yuvarlak tabakta saat şeklinde süslenmiş balığını afiyetle hüpletiyorsun. Bazen anneannen kılçığı alınmış hamsi ızgara yapıyor. Onları cips gibi yediğinden olsa gerek senin lügatında onun ismi patates balığı.

Yazın her çocuk gibi dondurma delisi oluyorsun. Favorin başlarda sadeli dediğin kaymaklı dondurma iken sonradan sıkı bir çikolatalı dondurma fanatiği oldun. Tabi onu da kendi usulünce yiyorsun. Aşağıdaki resim örneklerden biri :)


Bazen sinemaya gittiğimizde, yada evde sinema günü yaptığımızda patlamış mısır yiyorsun. Sevdiğin şeylerden biri mısır. Patlamışı kadar haşlanmışını da seviyorsun. Haribo ayıcıklı Jelibonlara, içinden oyuncak çıkan yumurta şeklindeki çikolatalara, (aslında çikolatanın her türlüsüne) kapılar hep açık tabi.  

Şakayla karışık yemek konusunda aklımda kalanları sana özet geçtim babacım. Yazıyı derlerken hafızamı tazeledim. Resimleri kurcalarken çoktan unutulmaya yüz tutan anılarımı tekrar tekrar yaşadım. Sen harika bir çocuksun. Seni, ve seninle geçirdiğim her anı çok seviyorum. Yarın Cuma ve okulunda oyuncak günü. Bir heyecanlı yattın sorma. Uzun zamandır ilk kez okula gitmek için sabırsızlanıyorum dedin :) Asıl derdin Deniz Efe'ye annenin sana yeni aldığı Balance özelliği iyi olan Babylade'ini göstermek olsa da seni okula huzursuz olmadan giderken görmek güzel. Ben de yazıya son noktayı koyup Dan Brown'ın son kitabına kaldığım yerden devam edeyim. Çok heyecanlı gidiyor. İyi geceler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Elmyra Duff

Uzun zamandır bir köpeğimiz olsun istiyorum ben. Her fırsatta söylerim annene. Annen köpeklerden çekinir. Köpeklerden hoşlanmaz diyemem sadece uzaktan sevmeyi tercih eder. Yanlarına sokulmaz, hatta bir köpek ona doğru yaklaşırsa genelde kaçacak delik arar. Bu yüzden köpek besleme sevdası bahçeli bir evimiz olana kadar rafa kaldırılmıştı. Ortaköy'de oturduğumuz zamanlarda kendimize ait bir kedimiz olmuştu. Mısırdı adı. Ona bakıp büyütmek bile ciddi sorumluluk istiyordu.Sonra anneannene devrettik o sorumluluğu. Kendimize zor bakıyorduk o zamanlar. :) Hayvan sevgisinin çocuk gelişiminde çok önemli bir rolü olduğu, evde evcil bir hayvan ile birlikte büyümenin çok olumlu katkıları oluğunu duyuyoruz, okuyoruz. Ama hali hazırda apartman dairesinde yaşarken, hakkını vererek evcil bir hayvanı sahiplenmeye hazır olmadığımızı ben de kabul ediyorum artık. Bahçeli bir eve geçersek ilerde ilk işim bir köpek almak olacak ama. Çünkü sen de benim gibi bayılıyorsun köpeklere. Şimdiye kadar tatsız b...

İlk Karşılaşma

B u notları tutmak için geç kalmışım belli ki. Hamileliğin öncesi ve sonrasıyla 15 aylık bir zamanı, birkaç nota sığdırmak tahmin ettiğimden de zor oluyor. İlk aklıma geldiğinde bu işe başlasaydım daha iyi olurdu belki. En azından bir yerlere not almalıymışım. Doğuma kadar birbirimizle, doğum sonrası Doruk'la o kadar meşguldük ki bir günlük tutmaya ya da herhangi bir hobiye ayıracak zaman ne yazık ki hiç olmadı. Son yazıda kaldığım yer hamileliğin sekizinci ayıydı. Evde hazırlıklar tamamlanmış, sona yaklaşan hamileliğin hediyesini beklemeye başlamıştık. Zaman azaldıkça heyecanımız da artıyordu. Son trimester de rutin kontrollerin aralığı 15 güne inmişti. Bizim de doğumu yapacağımız hastaneye karar verme zamanımız gelmişti. Aslında iki alternatifimiz vardı. Ya John Hopkins ya da Tekirdağ Devlet Hastanesi. Çok alakasız göründüğünü biliyorum. İlk tercihimiz Suzan'ın laperoskopi ameliyatını yaptırdığımız modern bir hastane olan John Hopkins'ti. Ancak Doğum Tekirdağ Devlet Hast...

Iyiligi Kalbınden Tasan Kuzu

Yepyeni bir yılın günlerini birlikte tüketmeye başladık bile oğlum. Çok şükür. Özellikle bu yılbaşı eğlenceli ve huzurlu geçti. Bir yılbaşı gecesine yakışır biçimde kar yağdı. Ben zaten yarım gün için işe gitmeyi manasız bulanlardanım. Kar da gitmeme izin vermeyince Perşembe'den Pazara 4 günlük bir yeni yıl tatilimiz oldu.  Yılın son günü neredeyse tüm gün dışarıda karla oynadık. En sevdiğin şeylerden biri. Evde "Bu sene mutlaka gideriz" diye her zaman tam takım kayak kıyafetleri bulunduruyoruz :) Kar topu oynamaya çıkarken kayak kıyafetlerimizi giydik. Üşüme ıslanma riskini azalttık böylece. Bütün çocuklar bahçedeydi. Kimi kartopu oynuyor, kimi kardan adam yapıyordu. Biz ve bir kaç kişilik proje ekibi ise iglo yapmaya karar verdik. Kamyonunun kasasında kiremit haline getirdiğimiz karlar ile igloyu inşa etmeye çalıştık. Ama tahmin ettiğimizden daha zor ve uzun sürecek bir uğraşmış. Sen minecraft evi yapıyoruz diye kendini ve diğer çocukları motive etmeye çalışs...