"Korku : Bilinçli olarak tanınan veya endişe ile tasarlanan, dış tehlike kaynaklarına karşı gösterilen duygusal tepki. Günlük hayatımızda huzursuzluk ve ürkme halinden dehşet duygusuna kadar sübjektif olarak değişen korku dereceleri yaşarız."
Böyle tanımlıyor kaynaklar korkuyu. Kan basınıcımızı arttırmak, tüylerimizi dikleştirmek, titreme veya terlemeye neden olmak, nabzımızı hızlandırmak gibi fiziksel belirtileri olan bu duyguyu sen de ilk doğduğun anda hissetmeye başladın. Dışarısı aydınlık ve çok soğuktu. Gürültüler farklıydı. Küçük ve yersiz korkular olmasını dilesek de, ömrünün her anında, kaçınılmaz olarak farklı şeylerden kaynaklanan korkular yaşayacaksın. Belki bisikletini balkondan biri almıştır diye, belki en favori arkadaşının başka bir yere taşınabilir diye, belki annen kardeşini senden çok seviyor diye, belki kreşte kimseyi tanımadığın halde bütün günü orada geçirmek zorunda kalacaksın diye... Bir sürü örnek daha verebilirim. Ben de bir çok şey için korktum geride kalan hayatımda. Ama tarif etmesi en zor olanını sen 3 aylıkken yaşadık.
"Kaybetme korkusu"
Çok sevdiği birisi için yaşar bu duyguyu insanlar. Anne-babaları, kardeşleri, eşleri, sevgilileri veya arkadaşları için. Başka şeylerde kaybetme korkusu yaratır iş gibi, standartlar gibi, ama bu saydıklarım kadar acıtmaz, yaralamaz. Kaybetmekten korktuğun şeye ne kadar bağlandıysan, ne kadar onsuz olamayacağını düşünüyorsan, ne kadar seviyorsan bu korkunun şiddeti o kadar sarsıcı oluyor. İşte sen 3 aylıkken ben o korkunun en şiddetlisini hissettim.
Neden olduğunu hala bilmiyoruz, o gece fazlaca sivrisinek ısırığına maruz kalmandan mı yoksa gün içinde birden serinleyen havanın etkisi mi doktorumuz da söyleyemedi. Ama yavaş yavaş yükselen ateş ile birlikte, kıpır kıpır, güleç kurabiyemizin yerini, gözlerini zor açan, kollarını oynatmaya, ağlamaya bile mecali kalmayan, bitkinliği yüzüne vurmuş çaresiz bir bebek almıştı.
Bunu eninde sonunda yaşayacağımızı biliyordu arkadaşlarımız. Onların başından geçeni biz de aynı gerginlikle yaşamayalım diye sakin olmamız yönünde telkin etmişlerdi daha önceleri. Ama bazı tecrübeleri dinleyerek edinemiyorsunuz. Bağışıklık sisteminin güçlendiğini düşünmek de teselli etmiyordu. Ne kadar anlatsalar da böyle bir durumla karşılaşınca kimyamız değişiyor.
Doktorumuzu aradık hemen. 38.5 derece ateşin vardı. Bizden düzenli olarak ateşini kontrol etmemizi, yükselme eğilimini sürdürürse tekrar aramamızı istedi. Sürekli ateş kontrolü ile geçti o gece. Bazen bir parça düştü bazen bir parça arttı. Ama iyileşmedin. Aynı durum ikinci günde sürdü. Soğuk havlularla müdehaleler de işe yaramaz olunca artık harici bir destek zamanı geldiğini söyledi doktorumuz. Calpol diye bir ilacı bir iki kez kullandık. Üçüncü günü, dördüncü güne bağlarken artık iyileşmeye başlamıştın. Şimdi hatırlayınca, ya da ileride okuyunca belki her anne -babanın yaşadığı küçük olağan bir vaka gibi kalacak hatıralarda. Ama seni ne kadar çok sevdiğimizi de kazıyacak hafızalarımıza.
Geçmiş olsun minik meleğim...
Yorumlar